25 Mayıs 2010 Salı

Neden ki… Saçlarımın bu toprak kokusu, içine çekip ciğerlerine alamadığın… Ağlamayı sevmeyişin gibi sanki saçlarımı okşayışın. Film negatiflerine hapsedişin bütün eski kadınlarını, güneşe hep gözlüklerinin ardından bakışın gibi… Geldim, sevdim ve öptüm seni. Uyudum, uyandım ve sevdim. Dudakların ne sıcak dedin, ellerin bir o kadar soğuk. Şaraptandır dedim. Kırmızı şarapta yüzen ağlak ve sarsak turuncu Japon balıkları vardı röntgenimde. Ciğerlerimde yaşıyorlarmış uzun zamandır, ondanmış tüm bu heyecan. Al onları içimden dedim doktora. Olmaz dedi alamam. Alırsam çok sıkılırsın. Senin de Japon balıkların var mı içinde?

Çay yaparım sana. Bu gece gelirsen… Şarap kadehinde içeriz istersen. Japon balıklarımızdan konuşuruz, onlar olmasaydı ne kadar sıkılacağımızdan, oradan buradan… Çayın ısısıyla buğulanmış camın önünde bekleyen kediyi gösteririm sana, yoğurt kabından su içişini izlersin. Alışveriş listesine attığım tikleri de gösteririm, Harbiye’de bulduğum melekli nota kâğıdını da sizin evin arka sokağında, geçen seneki doğum günü hediyelerimi de gösteririm, gömleğimin yakasındaki ütü yanığını da… İçindeki ağlak ve sarsak turuncu Japon balığına adımı koyarsın, ben soğuyan çayı ısıtırken sarhoş ellerimle. Ne çabuk sarhoş oldun dersin. Kadeh elimden düşer. Benim ellerim kanamasın diye sen toplarsın parçaları. Senin kesiklerinden akan kanları emerim ben sonra…

Hiç yorum yok: