13 Nisan 2010 Salı


Yüzüme taktığım bir öpücük kadar sahte belki de. Neden o çiçeği o çayhane masasında bıraktım. Onu mezarsız ölüme terk ettiğim için suçluyorum kendimi bu gece. Neden ayakkabılarımı ayrı ayrı bıraktım kapı önünde. Birbirlerini daha çok özlesinler diye mi?

Sana ne yaptım da sevmedin beni? Ayakkabılarına hep iyi davrandım oysaki… Saçlarını hep özenle taradım. En çok da özenle öptüm dudaklarını... Dudakların bana küsmesin.

Ellerinin ellerime küstüğü gün ben de bir çocuğun kalbini kırdım. Bilmiyorsun tabi, ben daha çook kötülükler yaptım… Elimde bir şişe şarapla döndüm o gece eve, para isteyen şarapçıdan sakındığım parayla aldım o bir şişe şarabı. Oturdum, o adam üşüyordur şimdi, yalnız hissediyordur kendini diye ağladım sonra. Bile bile ellerini getirdim aklıma, mor, şiş ve kesik… Daha çok ağladım. Sen olsaydın bu kadar kötü olmazdım. Sen peri diyince peri olurdum ben, melek deyince melek, prenses deyince prenses. Biberler, patlıcanlar kuruturdum sana. Göğüslerimin arasına yaseminler koyardım her gece. Memelerimden çıkarıp mis kokulu paralar verirdim. Kitap okurken gelir ensenden öperdim seni, elimdeki bir bardak çayın yanında. Anlattığın gibi. Annen gibi.

Ellerini çok uzaklara gönderdin sen şimdi. Ellerim çok ağladı, çok üşüdü. Uzanıp ellerini tuttukları montunun cebi… Gizli buluşma yeri… Birkaç dikişi yırtılmış… ceplerin de mi beni özlemedi?


Hiç yorum yok: